Kader

Çarşamba, Mart 27, 2013

Bir laf varmış ben yeni duydum, çok beğendim. 

"Kul kurarmış kader gülermiş!"

Zorunda Değilim

Salı, Mart 26, 2013

"Seni sevmeyebilirim, ama bunu sana söylemek zorunda değilim." düşüncesi ile sahte gülüşler, yalandan arkadaşlıklar, yüzeysel samimiyetlerle duygulara dokunmamaya çalışanlar ile dolu bu hayat. Mimiksiz ruhlar, buz kesmiş kalpler, dilinden pozitiflik akarken tek derdi seni yiyip bitirmek olan canavarlar.


Different


I laugh, I love, I hope, I try, I hurt, I need, I fear, I cry. And I know you do the same things too. So we're really not that different, me and you.

Wish


To wish you were someone else is to waste the person you are.


City of Freaks

Perşembe, Mart 21, 2013

Istanbul is the city of freaks. Every other day you go outside to watch a freakshow. Dangerous freaks with drugs in their pockets, guns in their bellies. No book can protect you from them.

Dusunmek

Oyle seyler dusunuyorum ki dusundukce icinden cikamiyorum.

En içime kapandim.

Salı, Mart 12, 2013

Kapanma günleri vardır insanin ömründe, içine kapanir en içine bakar. O günlerdeyim. Kimseyi görmek istemiyorum, kimseyle görüşmek istemiyorum. Bir tek en içimde olani istiyorum yanimda, bir o olsun istiyorum hayatimda. Yetiyor bana. Artik istemiyorum kimseleri.

"Yavaşlık Hep Aldatır, Hızlılık İse Unutturur"

Salı, Mart 05, 2013

Herkes bir arayış içinde, ama hiç kimse ne aradığını bilmiyor.
Sanıyoruz ki çok paramız, sürekli yükselen bir kariyerimiz, bahçeli bir evimiz, spor bir arabamız olunca biz de çok mutlu olacağız.
Hadi maddeciliği bir kenara bırakalım; niye herkes aşktan şikayetçi?
Çevremizde kaç kişinin aşk hayatı iyi gidiyor? Eminim parmakla sayılacak kadar azdır. Ve eminim hiç kimse yanlışın nerede olduğunu da bulamıyordur.
Ben ten uyuşması kadar ruh uyuşmasının önemine inanırım. Hatta insanların eş ruhlarının olduğuna bile inanırım. Ama ruhları olmayan bedenler birbirleriyle ne kadar uyuşabilir ki? Evet, önce göz görür fakat ancak ruh sever. Ayrıca ruhumuz olmadan eş ruhumuzu bulmak gibi bir şansımız olmadığına da eminim... İşte bu yüzden içimiz de sürekli bir eksiklik duygusuyla yaşıyoruz hepimiz, işte bu yüzden sürekli duvarlara çarpıp çarpıp kendimizi kanatıyoruz ve işte bu yüzden mutluluğu bir türlü yakalayamıyoruz...
Gerçekte hız çağında yaşıyoruz. Her şey o kadar hızlı geçiyor ki, ne işe, ne arkadaşlarımıza, ne ailemize, ne çocuğumuza, ne kendimize yeterince vaktimiz kalmıyor. Akrep ve yelkovanla yarış halindeyiz. Bu yüzden bütün ilişkiler yarım yamalak, bütün sevgiler bölük pörçük. Sevmeye bile vaktimiz yok bizim.
Oysa teknolojinin nimetlerinden fazlasıyla yararlanıyoruz. Ne çamaşır yıkıyoruz ne de bulaşık, çayımızı kahvemizi makineler yapıyor.
İşlerimizi bir telefon, bir faksla hallediyoruz. Uçaklar bizi iki saat
içinde dünyanın bir ucuna taşıyor. Hatta artık gitmeye bile gerek yok,
internetle dünya elimizin altında. Ama yine de vaktimiz yok işte!
Bence doğanın kara bir laneti. Biz ondan uzaklaştıkça, o da bizden bütün zamanları çalıyor.
Milan Kundera "yavaşlık" adlı kitabında; "yavaşlık hep aldatır,hızlılık ise unutturur" diyor. Telefon hızlılık mesela, konuşulanları, söylenenleri unutturur. Mektupsa yavaşlık, hep vardır ve hep hatırlatır. Evet freni patlamış kamyon gibi yaşamanın hiç anlamı yok.
Ayağımızı gazdan yavaş yavaş çekelim ve biraz mola verip ruhumuzun da bize yetişmesini bekleyelim artık.
Aceleye ne gerek var?
Hayat yalnız biz izin verdiğimiz gibi geçer. İyi ya da kötü hızlı ya da yavaş...
Her şey bizim elimizde, sevgi de, aşk da, başarı da. Ama ancak kendi ruhumuzla buluştuğumuzda...